Bu hafta sizlerle yaşadığımız şehri, yani Karabük’ü konuşmaya başlıyoruz. “Karabük Günlükleri” adını verdiğim bu yazı dizisinde, sizlerin de yorumlarıyla birlikte şehrimizi farklı yönleriyle ele alacağız. Çünkü inanıyorum ki bu günlükler, ancak hep birlikte tuttuğumuzda anlam kazanacak.
Bugüne dek sizlerle hep samimi paylaşımlarda bulundum, bundan sonra da öyle olacak. Sizlerin katkılarıyla bu yazıların daha da değerli olacağına inanıyorum.
Günlüğümüzün ilk konusu, şehre girerken hepimizin ilk gördüğü ve Karabük’le özdeşleşmiş olan KARDEMİR.
KARDEMİR, sadece bir fabrika değil; Karabük’ün varoluş sebebi, hatta kentin kimliğinin ayrılmaz bir parçası. Cumhuriyetin ilk ağır sanayi yatırımlarından biri olan bu fabrika, şehri adeta sıfırdan var etti. Çevresinde büyüyen mahalleler, işçi lojmanları, sosyal tesisler ve kültürel hayat, fabrikanın gölgesinde şekillendi. Yani Karabük, KARDEMİR’in bacalarından çıkan dumanla birlikte doğdu, büyüdü, gelişti.
Ama bu gelişim, aynı zamanda farklı duyguları da beraberinde getirdi. Şehre ilk kez gelenlerin yorumları bana hep ilginç gelmiştir. Kimi “hayret verici” buldu, kimi “korkutucu” dedi. “İlk kez bir şehre girerken böyle bir manzarayla karşılaştım” diyenler de oldu, “zehir dolu bir yere girmiş gibi hissettim, siz nasıl yaşıyorsunuz burada?” diye soranlar da… Sizler de mutlaka benzer yorumlar duymuşsunuzdur.
Ben de 2009 yılında, ergenlikte terk ettiğim şehre geri döndüğümde fabrikanın siluetini yeniden görünce çok şaşırmıştım. Unutmuşum… Daha büyümüş, daha heybetli hale gelmişti. Her yerden ateşler ve dumanlar yükseliyor, bacalar çoğalmış, şehrin üzerinde adeta ağır bir örtü gibi duruyordu. Merkezde oturanlar için üzülmüştüm, çünkü Safranbolu’ya gelmiyordu sanki o zehirler ve ben bu yüzden şükrediyordum.

Bu durum bizde hep çelişkili duygular yaratıyor. Ailem yıllarca bu fabrikada çalıştı, emekli oldu, hayatlarını bu sayede sürdürdüler. Ama aynı zamanda pek çok yakınımız hastalıklarla mücadele etti. Her gün okunan selalardan sonra konuşulan “fabrika hasta etti” sözleriydi. Şükretmeli miyiz varlığına, yoksa bizi zehirlediğini mi düşünmeliyiz? Hep karmaşık bir duygu…
Yine de KARDEMİR, Karabük insanı için sadece iş kapısı olmadı; aynı zamanda bir yaşam biçimi sundu. Fabrikanın sosyal tesislerinde yapılan düğünler, işçilerin kurduğu spor kulüpleri, tiyatro toplulukları ve sinema etkinlikleri, şehrin kültürel hayatını da zenginleştirdi. Yani bacalardan yükselen duman, sadece çelik değil; umut, dayanışma ve toplumsal bir kimlik de üretti.
Zamanla şehre yeniden alıştım. Ankara’da geçen günlerimle Karabük’ü kıyasladığımda, metropol bir şehir olan Ankara bile bana temiz kokulu gelmeye başlamıştı.
Üniversitede çalışmaya başladığım yıllarımda, sadece KARDEMİR değil, çevrede irili ufaklı pek çok demir-çelik fabrikası olduğunu fark ettim. Hemen yanlarında seralar vardı; pazardan aldığımız sebzeler ne kadar doğal olabilir diye düşünmeden edemedim. İşte bu noktada şehrin geleceği üzerine kafa yormaya başladım: Bir yanda geçim kaynağı, diğer yanda çevreye ve sağlığa zarar veren ağır sanayi…
Karabük’ün en büyük ikilemi de bu değil mi zaten?
Mesleğim gereği şehre sanatsal bir gözle bakmayı da ihmal etmedim. Fabrikanın heybetli yapısına estetik bir anlam katmak istedim. O dönemde fabrika yönetimiyle, Üniversite Rektörümüz Prof. Dr. Burhanettin Uysal ve projelerden sorumlu Prof. Dr. İbrahim Kadı ile işbirliği yaptık. Genel Müdür Yardımcısı Mehmet Yanmaz Bey’in teşvikleriyle fabrikanın içinde farklı deneyimler yaşama fırsatım oldu. Bu süreçte, fabrikanın sadece ekonomik değil; aynı zamanda kültürel ve estetik bir değer de taşıyabileceğini gördüm.
Kısacası, KARDEMİR’i sadece bir fabrika olarak görmek eksik kalır. O, bu şehrin belleği, toplumsal hafızası ve her birimizin hayatına dokunan bir gerçekliktir. Bazen gururla baktığımız, bazen öfkeyle sorguladığımız, ama asla görmezden gelemediğimiz bir varlık…
Neler yaptığımızı haftaya paylaşacağım. Bu hafta için bu kadar.
Bir sonraki yazıda fabrika anılarımla buluşmak dileğiyle, sağlıkla kalın.
Yazar:
Prof. Dr. Anıl ERTOK
Güzel Sanatlar ve Tasarım Fak. e. Dekanı



Sayın Hocam harikulade bir yazı kaleme almışsınız.Teşekkür ederim. Saygılarımla..