Sabahları bir sesle uyanıyoruz. Ama o ses bizim değil. Bildirim sesi. Zil sesi. Haber sunucusunun sesi. Bir annenin, bir patronun, bir sevgilinin, bir arkadaşın, bir düşmanın sesi. Peki, sen kendi sesini en son ne zaman duydun?
Kendi içinde konuştuğun cümleleri en son ne zaman dinledin? Sustuklarının ağırlığını, içinden geçenleri… Bir gün, her şey sustuğunda, kulaklarının çınlamasından korkan insanlar haline geldik. Çünkü o çınlama, aslında kendi vicdanımızın, kendi öz benliğimizin bize bağırışıydı:
“Ben buradayım. Beni neden duymuyorsun?”
Bu çağ, en çok ses çıkaranların değil, en çok susturulanların çağı aslında. Görünenin ardında görünmeyen, söylenenin gerisinde söylenmeyen bir şeyler var. Herkes bir sahneye çıkmış, kendi oyununu oynuyor. Ama o sahne, bir tiyatro değil. Çünkü perde hiç kapanmıyor. Uyurken bile izleniyoruz. Düşün bakalım: Gerçekten kendi düşüncen mi, yoksa sadece çok duyduğun bir şeyi düşünmeye mi başladın?
Artık insanlar fikirlerini değil, sadece yankılarını konuşuyor. Bir tweet kadar düşünülüyor hayat, bir story kadar yaşıyoruz duyguları. Ama kalbin, ekranı kaydırır gibi işlemiyor duyguları. Kalp bekler. Durur. Bakar. İnanmak ister. Ama biz artık hiçbir şeyde kalamıyoruz. Çünkü “kalmayı” unuttuk. Birinin gözünde kalmayı, bir sözde durmayı, bir duygunun içinde biraz soluklanmayı…
Eğer bu satırları buraya kadar okuduysan, belki içindeki o sesi sen de duydun. Belki ilk kez kendi kalbine kulak verdin. Kim bilir…
Ama unutma: Bu dünyada herkes birilerini duymaya çalışıyor.
Sen, kendini duyanlardan ol.
Yazar:
Aleyna Fatma Arslaner
Gazetecilik Öğrencisi
yorum Yap